Ayakta durabilmemizi, bedenimizin belirli
bir sıcaklığa sahip olmasını, sağlıklı olarak hayat sürdürebilmemizi
vücudumuzda hiçbir noktayı atlamaksızın dolaşan bir sıvıya borçluyuz: Kan. Bu
sıvıya verilmiş olan en temel görev, beynimizin en derin kıvrımından derimizin
en ince noktasına kadar ulaşarak, hücrelerin canlı kalabilmek için ihtiyaç
duyduğu oksijeni sağlamaktır. Çünkü hücrenin şekeri parçalayarak enerji
üretebilmesi için oksijen gereklidir. Kanın bir hücreye ulaşamaması yani
oksijenin eksikliği hücrenin ölümü anlamına gelir. Ancak bu sistem insan
vücudundaki 100 trilyon hücre için kusursuz bir şekilde her an işler ve kan bir
dakikada 1440 km’lik bir yolculuk yaparak tüm hücrelere ihtiyacı olan oksijeni
ulaştırır.
Ortalama ağırlıktaki bir vücudun her yanını
kaplayan damarların içinde mutlaka 5 litre kanın dolaşması gerekmektedir. Bu
miktarın bir kısmı, örneğin bir litrelik bölümü eksilirse geri kalan kanı
hareket ettirmek zorlaşır. Eğer kan, damarları dolduramazsa bu durumda ince
damarlar birbirlerine yapışır, kan dolaşımı durur ve hücreler hızla ölmeye
başlar. Hücrelerin oksijensizliğe dayanma süreleri ise sadece bir-iki dakika
kadardır.
Bu durum vücudun kan ihtiyacının sürekli
kontrol edilerek, ihtiyaç doğrultusunda sabit bir ölçüde tutulmasını gerektirir.
Kan hücrelerinin tesadüf eseri kendi kendilerine böyle bir yetenek
edindiklerini ve birtakım hesaplamalar yapabildiklerini ve kusursuz bir şekilde
hiç ara vermeden bu görevi yerine getirme bilincine sahip olduklarını iddia
etmek kuşkusuz mantıksızdır. Kaldı ki bahsettiğimiz bu özellik insanın dolaşım
sistemine ait özelliklerden sadece bir tanesidir. Kan, içindeki her biri farklı
sorumluluklara sahip hücrelerle vücudun içinde devriye gezerek diğer hücrelere
besin taşır; onların atık maddelerini toplayıp böbreğe, akciğere, karaciğere
götürür; hormonları salgı bezlerinden alıp ihtiyacı olan organlara iletir;
vücut ısısını dengede tutar ve vücuda herhangi bir yabancı madde girdiğinde
savunma yapar. Üstelik tüm bu işleri bir insan vücudunda ortalama 70 yıl
boyunca hiç aksatmadan mükemmel bir biçimde gerçekleştirir. (Detaylı bilgi için
bkz. Kan ve Kalp Mucizesi, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık)
Kanın damarlar içinde dolaşmasını ve
vücudun her hücresine anında ulaşmasını sağlayacak itici güç, çok özel bir
pompalama sistemine sahip olan kalp tarafından sağlanır. Kalbin en önemli
özelliği durmadan çalışabilmesidir. Kalp hiçbir zaman kas yorgunluğu çekmeyen
özel kaslardan oluşmuştur. İnsan yapımı hiçbir pompa, kalp gibi dinlenmeden bir
ömür boyu çalışıp, şartlara göre değişen pompalama ayarı yapabilme yeteneğine
sahip değildir. Bu da Rabbimiz’in ilmini, kalpteki tasarımın olağanüstülüğünü
ortaya koyan önemli bir gerçektir.
Öte yandan vücuttaki organların,
işlevlerini gerçekleştirebilmek için çeşitli maddelere ihtiyaçları vardır. Bu
maddeler organlara kan vasıtası ile ulaştırılır. Glikoz, amino asit, vitamin,
mineral gibi besinler ve en önemlisi oksijen bunlardan bazılarıdır. Bu durumda
vücuda yayılan damarların, kanın her tarafa ulaşmasının ve üstlendiği görevi
kusursuzca yerine getirmesinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Çünkü
organları besleyen hücrelerin canlı kalmaları için kanın taşıdığı bu maddeler
vazgeçilmez öneme sahiptir.
Ancak her organın ihtiyacı olan kan miktarı
aynı değildir. Örneğin metabolizması yüksek olan organlar daha fazla kana
ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla kan aktarımındaki miktarda da bilinçli bir ayar
söz konusudur. Fakat bu ayar önceden programlanmış bir makine gibi sabit
çalışmaz. Olağan dışı olaylarda kan dolaşımı acil duruma göre çalışma sistemini
değiştirir. Örneğin zehirlenme söz konusu olduğunda, oksijeni azalan vücut
alarm verir ve zehirlenen dokulara giden kan akışı artırılır.
Kan, oksijen taşımakla ya da besinleri
toplamakla kalmaz, hücrelerin atıklarını da temizleyerek vücuttan atılmalarını
sağlar. Trilyonlarca hücrenin her biri gün içinde pek çok atık madde açığa
çıkarır. Karbondioksit, üre gibi vücuda zararlı etkilerde bulunabilecek bu
atıklar akan kan ile toplanır. Üre böbreklere taşınarak vücuttan atılırken,
karbondioksit gazı da akciğerlere götürülerek buradan dışarıya verilir.
Görüldüğü gibi içimizde her anı ince ve
kusursuz bir plan üzerine işleyen bir sistem vardır. Peki bu sistem kimin
denetimindedir? Bunu şuursuz hücrelerin biraraya gelerek oluşturduğu kalp,
akciğer gibi organların kendi kendilerine yapmaları mümkün değildir. Aynı
şekilde şuursuz kan hücrelerinin de tesadüf eseri vücuttaki diğer tüm hücrelere
oksijen ulaştırmak gibi aralıksız süren hayati bir görevi üstlenmeleri
imkansızdır. Hiç şüphesiz kendilerine ait olmayan yüksek bir şuuru sergileyen
bu hücreler Allah’ın ilhamıyla hayatımızın devamı için çalışmaktadırlar.
Kendilerine verilen kusursuz görevleri yerine getirmektedirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder